Türkiye’nin en ünlü fotoğraf sanatçılarından biri olan Aykan ÖZENER’in İstanbul konulu siyah beyaz fotoğrafları üzerine kurgulanan “İstanbul’un antik çağ tarihi ve arkeolojisi”, postmodernist ve post-tarihselci bir bakışla geçmişi bugünün izleri üzerinden anlamanın yolunu açıyor. İstanbul sayısı; geçmişten günümüze çekim merkezini hiç kaybetmeden hep önemli bir konumda kalan İstanbul’un, boğazın etrafında kurulan Byzantion, Kalkhedon, Khrysapolis gibi yan yana kentlerinin ya da Constantinopolis gibi üste kurulan mega kentinin bilinmeyen arkeolojisinin izini sürüyor.
Bilinmeyen bir İstanbul’dan bilinen bir İstanbul’u okumaya başlarken hem şaşıracak hem de İstanbul’da geçmişe dönük görünür kalıntılarının kalmayışına üzüleceksiniz.
Yarımburgaz, Pendik, Yenikapı ve son 30 yılda yok olan Fikirtepe gibi birçok benzer yerleşimin İstanbul tarihine katkısını Mehmet Özdoğan anlatırken, bir kentin tarihsel kuruluş efsanesinden gerçek hikayesine, 300 Spartalı filminden bildiğimiz Spartalılar’ın İstanbul’u ele geçirmesi ve bir tiranlık kurmasına kadar birçok farklı tarihsel bilgi yeni sayıda okuyuculara sunuluyor.
Byzantion’un karşısında körler ülkesi olarak kurulan Kalkhedon’un unutulan tarihsel hikayesi ise İstanbul’un ufkunu ve zenginliğini bu sefer kentin karşı tarafından gösteriyor.
Dergide anlatılan en önemli tarihsel gerçeklerden biri ise Büyük İskender’in babasının İstanbul’u ele geçirmek için yaptığı seferlerde İstanbullu kadınların da savaşa dahil olması ve kentlerini korumak için erkekler ile birlikte savaşması sizi oldukça şaşırtacak, şimdiden iyi okumalar.
AYASOFYA: TAPINAKTAN KİLİSEYE - CAMİDEN MÜZEYE
Dinlerin, dillerin ve iktidarların ortak mirası olması, bir müze olmayı da çoktan hak ettiriyor Ayasofya’ya...
Bir zamanlar dinlerin en yüce tanrısı Zeus ya da kentin koruyucu tanrısı Apollon için yapılmış bir tapınak alanıydım. İnsanlar korunmak, konuşmak ve dua etmek için girerlerdi boğaza bakan tapınağıma.
Sonra çıkageldi Roma, büyük ordular arkasında... İlk önce yıktılar yerle bir ettiler kentimi ve sonra acıdı Marcus Aurelius Antoninus. Yeni den imar ettiler beni, kentimin surlarını ve yanıma bir hipodrom eklediler. Sonra ismini verdi bana Antoninus, kısa bir süre Romalılar böyle andı beni. Sonra Romalı yeni sahiplerim düştü birbirlerinin peşine. Constantinus doğuya hakim oldu ilk.
Byzantion küçük bir kentken Constantinus başkent yaptı onu. Adını da Constantin'in kenti, Constantinopolis koydu. Annesi Helena çok severdi yeni dini, Hıristiyan oldu zamanla. Kentin yeni kurucusu, yeni dünyanın sahibi Constantinus, artık izin vermişti yeni dine inananlara ve böylece eskiden Zeus ile Apollon’a tapınmak için gelenler, değiştirmek istediler beni. Şimdi adım bilgelik tapınağı, Hagia Sophia, yani sizin bildiğiniz ismi ile Ayasofya. Yeni dinim Hıristiyanlık’tı, ama zamanla onlar da düştü birbirine. Acısını da benden çıkardılar: İlk önce yıktılar sonra ateşe verdiler. İç savaş çıktı kentimde. Maviler ile Yeşiller iktidar için savaştılar. Tekrar ateşe verdiler kutsal bilgeliği. Sonra büyük matematikçiler ve filozoflar çağırdılar, yeniden inşa etmek için beni. Antik çağın en ihtişamlı yapısı oldum böylece. Yüzyıllar boyunca ayakta kaldım, hazinelerim doldu taştı. Perdelerim bile gümüştendi. Dünyanın dört bir yanından beni görmeye geliyorlardı. Vikingler bile gelmiş isimlerini kazımışlardı mermerlerime. Müslümanlar beni görmek için Arap diyarlarından geliyor, ihtişamım karşısında şaşkınlıklarını gizleyemiyorlardı. Beni almak için planlar kuruyorlardı. Bir Avarlar kapıma dayanıyor, bir Bulgarlar bir de Araplar... Biri gidiyor biri geliyordu.
Kentimin surları kalın ve dayanıklıydı, kimse yıkamıyordu kentimi. Büyük bir ihanet zamanı kapımızı çaldı Haçlılar. Yağma ettiler kentimi. Soydular, perdelerimi bile söktüler yerinden. Eşyalarımı taşımak için eşek arabaları soktular mermer döşemelerime. Sonra Haçlıların lideri, açgözlü Venedikliler’in kör kralı aniden öldü. İkinci katıma gömdüler. Üzerime ismini kazıdılar: Enrico Dandolo. Sonra aniden çıkageldi Türkler. Sultan Mehmet yıktı kentimin geçilmez surlarını. İsmi Fatih oldu, fethettiği için kentimi. İsimler veren bir kentin iktidar sembolüyüm ben.
Fatih önce bir minare ekletti bana ilk cuma namazını kılmak için kutsalımda. Sonra adımı değiştirdiler ve Fetih Camisi oldum. Sultan Mehmet büyük bir bilgeydi, sökmedi duvarlarımdaki önceki dinin sembollerini, kaplattı ince bir tabaka ile üzerlerini. Astı dört bir yanıma Arapça yazılarla kendi dininin kutsallarını. Zaman geçti kentimin ismi değişti, İstanbul dediler ona. Ben binlerce yılda o kadar çok şey gördüm ki yeni kurtarıcı ve büyük bilge Mustafa Kemal Atatürk beni dinler, diller ve iktidarlar üstü bir konuma getirdi, müze yaptı.
Şimdi kim beni yeniden dönüştürmek ister eski halime. Ben Ayasofya’yım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder